29 Ağustos 2014 Cuma

OTOSTOP ÇEKMEYE ATILAN İLK ADIM

Otostop çekmeye atılan ilk adım ve atılan adımla kaldırılan bir parmak.Sene 2000'li yıllar,13 yaşındaydım.Uzunca bir sulama kanalı ve kanala paralel uzanan yolun kenarında iki katlı bir evde oturuyorduk.Kanalın sonlandığı yerde bir havuz bulunuyordu.Havuz yazın başlarında açılırdı.Adananın sıcaklığına dayanamayan bir çok insan yaylalara ya da denize kaçarlar.Bizim havuza kaçışımız gibidir aslında.Çok iyi yüzme bilmediğimizden kanala girip yüzmeye cesaret edemiyorduk.Kanalda yüzmeye gelince bir çok insana garip gelebilir.Adana da bir çok çocuğun yüzme öğrendiği yer mahalle aralarında yol kenarlarındaki kanallardır. Ya da yaşamının o genç yaşlarda sonlandığı kanallardır.Havuz kullanımı nadirdir aslında ya da bizim bulunduğumuz semt nedeniyle bu şekildeydi.Bu uzun yolu yürüyerek havuza gitmek Adana sıcağında çekilmez oluyordu.Yoldan geçen herhangi bir belediye otobüsü,dolmuş vesaire hiç bir toplu taşım aracı bulunmuyordu.Bizde mahalledeki abilerimizden gördüğümüzü uygulamaya başlamıştık.Tanımadığımız insanların araçlarına el kaldırıp serin ve hızlı bir şekilde bol sohbet eşliğinde havuza giderdik.Havuzun yakınlarında ormanlık bir alan ve yanında baraj gölü bulunuyordu.Yüzmeyi havuzda geliştirdikten sonra baraj daha cazip kılıyordu kendini,şehirden uzak bir yaşam,doğa bir miktar özgür hissettiriyordu.Ama bu sayede sadece yüzme gelişmedi.Otostop çekerken gösterdiğimiz sabır,bekleyiş,tanımadığımız ve hiç bir ortak noktamız olmayan insanlarla kurduğumuz sohbet sayesinde insan ilişkileri,öz güven ve daha bir çok şey gelişti.Daha sonraları baraja piknik yapmaya giderdik.Ellerimizde mangal,etler,içecekler, poşetler dolu dolu,arkadaşlarımızla gruplara ayrılarak otostop çekip piknik yapmaya giderdik.Kalabalık olduğumuzdan gruplara ayrılırdık.İlk giden grup bekleme noktası olarak belirlediğimiz yerde arkasındaki grubun gelmesini beklerdi.Bu şekilde pikniğe biraz daha heyecan katıyorduk.Lise sonda dershaneye gitmek için bindiğim otobüs 1 saatte gidiyordu.Dershaneye gidene kadar ders dinleme şevki kalmıyordu.Okuldan otobüsle eve gel,aynı gün içinde evden tekrardan otobüse binip dershaneye gitmek çok yorucu oluyordu,ya da ben sıkıya gelemiyordum.Dershaneye de otostopla gitme kararını almıştım.Deneyince pek de sıkıntı olmadığını gördüm ve bir yıl boyunca bu şekilde gidiş geliş yaptım.Dershaneden geç vakitlerde çıktığımız oluyordu bulunduğumuz bölgeye giden otobüsler kalmıyordu.Otostop çekmek ciddi ciddi iş görür olmuştu.Daha sonrasına gelecek olursak kazandığım üniversiteye de bu yol üzerinden gidiliyordu.Otobüs ile gitmeye kalksam bir saat on beş dakika gibi bir süre geçecekti ve gerçekten çekilir gibi değildi.Ruhum daralıyordu tıs tıs giden ve kalabalık bir arabada gürültüde,insanların Adana sıcağında ter kokusu çekerek klima açılmayan bu otobüslerde yolculuk yapmak büyük bir dertti.Bir yıl boyunca üniversiteye otostop çekerek gidip geldim.Bir saat on beş dakikalık yolu on beş dakikada gidiyordum.Daha fazla uyumuş oluyordum.Bir süreden sonra sınıftaki arkadaşlar beleşçi demeye başlamışlardı.Oysaki alakası yoktu,bunu daha sonra anladılar ve otostopçu demeye başlamışlardı.Into the wild filminden esinlenerek bir şevk ile şehirler arası otostop çekerek gezmeyi düşündüm.Araştırmalar yaptım.Çadır,uyku tulumu,mat,büyük bir sırt çantası alarak asıl adımı atmıştım aslında.Tüm planlarımızı ve hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yakın bir arkadaşımla Hatay/İskenderun'a gitme planı aldık ve gittik.Dehşet anlar yaşadık bazen uzun yollar yürüdük,çok fazla insan tanıdık farklı düşüncelerde ve karakterlerde,özgürlüğü hissettik,sıradan düşüncelerden, insanlardan uzaklaştık,tarihi gördük,şehir merkezinde umursanmayan müzelere girdik daha neler neler...Şu an ise Türkiyeyi otostop çekerek adım adım şehir şehir geziyorum.Hedefim tüm dünyayı gezerek uçları yaşamak.                                                                                                                                                                                                                         BARAN AKGÜN

20 Ağustos 2014 Çarşamba

ELİMİZDE DEĞİL

Elimizde olmayan nedir ? Elimizde olmayan, bizim erişemediğimiz herşeydir.Sadece bununla sınırlı değil tabikide. Genelde insanlar elinde olmayan şeylerin bedelini parasızlığa ve ya sağlıksal sorunlara bağlar. Gelin biz bu olayı biraz daha soyut hale getirelim…
   Doğru olanı yapmak ve uygulamak sizce her zaman için elimizde mi ? Bence değil. Okumaya devam et. Bazı büyük kurum ve kuruluşlar zaman zaman insanları bilinçli olarak yanlış olanı yapmaya zorluyor. Kim bu kurum ve kuruluşlar? Niçin böyle bir uğraşın içinde olsunlar?
   Sizlere yaşlı amcalar gibi bunların hepsi Amerika’nın oyunu demeyeceğim ama insanları yanlış yola sürüklemek isteyen bazı büyük güçlerin genel olarak iki temel hedefi vardır. Bunlardan birincisi siyasi ve diplomatik üstünlük, ikincisi ise ticari kazanç.
  Mc Donalds ve Burger King. İki dev firmanın işleyişini az çok hepiniz biliyorsunuzdur. Self servisle çalışır ayrıca şu ‘’self’’ kelimesine ayar olmamak elde değil. Türkçenin içine sıçmak için saçma sapan kelimeler türetiliyor bu günlerde ‘’selfie’’ gibi mesela. Self servisle çalışan bu iki para avcısı firmanın en büyük özelliği kuş kadar et ve minicik bir ekmekle insanların karnını şişirmek. Bakın şişirmek dedim çünkü mangalda 2 kilo et yiyen bir toplum olarak kuş kadar etle nasıl karnımızı şişiriyoruz, içinde hangi kimyasallar var gerisini siz düşünün. Bu iki firma ticari kazancın amına koymakla beraber, aynı zamanda Türk kültürünü dejenere etmeyi başarmış  büyük kurum ve kuruluşlar gibi Yahudi amcalarına hizmet etmektedirler. İşte bu da onlar için siyasi kazanç demek oluyor.  Film şirketleri bunların elinde bilindiği üzere. Cartoon Network Studios, Warner Bros, 20th Century Fox gibi dev film şirketlerinden bahsediyoruz. Eğer bilinçaltı mesajları ile kendini aptallaştırmak istiyorsan, hergün bir avuç çizgi film iyi gelir. Mümkünse Cartoon Network olsun. Aynı zamanda sigara, alkol ve uyuşturucunun topluma karizmatik şeylermiş gibi lanse edilmeside cabası. ( Araştırmalarıma devam ediyorum. Film şirketlerinin sigara, alkol ve uyuşutucuyu topluma güzel bir şeymiş gibi lanse etmesi, alkol ve tütün ürünlerinin CEO ları kimlerdir ? Bu konuyu daha sonra geniş olarak anlatacağım)
   Mc Donalds ve Burger King Yahudi amcalarına film şirketleri gibi bilinçaltı yoluyla hizmet vermese de amaç  aynı. Türk kültürünü yozlaştımak için ellerinden gelen her şeyi bugüne kadar çok iyi bir şekilde yaptı bu iki firma. Sizlere çoğu zaman akla gelmeyecek küçük birkaç detaydan bahsedeyim. Diyelim ki kebapcıya gittiniz ve lokantada karnınızı doyurdunuz, üstüne garson size güzel birde çay ikram etti  ve beş köyün ağası gibi hissettiniz kendinizi. Size 1 saate yakın hizmet verildi ve kalktıktan sonra hesabı ödeyip çıktınız. Bunu Burger King de yapamazsınız. Eşek gibi ayakta bekleyeceksiniz, paranızı önceden ödeyeceksiniz ve halk ekmek kuyruğunda bekler gibi hamburgeri bekleyeceksiniz. Self Servis ve Burger falan oo egolar tavan tabi tiki oldun değil mi. Bi bok olamadın ya neyse.Sanırım mesajı aldınız. Kültür dejenerasyonu diye işte ben buna derim. Yozlaştırılıyoruz, farkında olmadan değişime uğruyoruz.
   Daha çoğu telefonun ön kamerası yokken, apaçiler şuan ‘’selfie’’ dediğimiz olayı bulmuşlardı. Hemde yıllar önce buldular bunu. Ama dalga geçtik, kendisini ön kameradan çeken bu andavallarla dalga geçen, onların tipine gülen bir sürü insan şimdi selife adı altında bu boku özene bözene yapıyor. Alın size yozlaştırılmış, özenti bir toplum. Bu akıl tutulmasından acilen kurtulmak lazım fakat ELİMİZDE DEĞİL.

ÇAĞATAY BELLİGÜÇÜK

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Kara Tren Gecikirde YHT Gecikmez

        Son günlerde  gündemin bir konusu da Ankara-Eskişehir arası çalışan saatte 250 km hızla 1 saat 20 dakikada yolculuğunu tamamlayan yht oldu.Ama asıl konu bu kadar hızlı ulaşması değil canlı hayatlarını söndürmesi oldu tabi ki bu herkesin ilgilenmesi gereken bir konu çünkü ortada yüksek sayıda can kaybı var ve biz bu can kayıplarını her zaman olduğu gibi bu ülkede göz ardı ediyoruz en azından %50 kadarımız göz ardı ediyor diyelim.
 İlk önce bu hızlı tren hattının göç yolu üzerinde olduğu söylendi eğer böyle bir iddia gerçek olsaydı bu tamamen cinayet olurdu çok bilinçsizce yapılmış bir şey olurdu çünkü bu işi yapmadan önce çevresel etki değerlendirme raporu yapılır tüm çevresel faktörlere bakılır canlı,cansız hayatı etkileyip etkilemediği incelenir eğer bunlar incelenmeden yapılıyorsa zaten tamamen doğal dengeyi bozmaya oynanmış bir oyundan farkı kalmaz bu işin ve yukarda da dediğim gibi cinayetten farksız bir olay olurdu,faili ise yht mi yoksa mühendisler mi yoksa insanlık mı olurdu bilemeyeceğim.
Sonra çıkan haberlere göre TCDD açıklamada bulunmuş ve şunları demiş;
2006 yılında hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme raporu(ÇED) 'da ''Önemli ve hassas kuş alanı yoktur''

 tespitini yapmışlar.
Benim anlamak istemediğim nokta acaba bu günde ölen 600 kuş önemsiz ve hassas olmayan kuşlar mı ? onu geçelim 2006 dan bu yana kuşların göç yolu değiştiyse bunun sebebi  tahminime göre küresel ısınmadır yani gene sonuç olarak biz insanlar suçluyuzdur bunu unutmamak lazım günde hayatını kaybeden 600 kuş demek doğal denge bozgunu demek doğaya karşı savaşıyoruz demek göçmen kuş popülasyonuyla oynuyoruz demek hadi bunlarıda geçelim daha bugün yayınlanan bir açıklamada ise şu sözler yer alıyor ;

"Bu artık azalmaya başladı.Çünkü kuşlar da YHT'ye alıştı ve göç yollarını değiştirmeye başladılar.Ancak zaman zaman göç eden kuş sürüleri YHT'ye çarpıyor.Kuş sürüsü yüzünden YHT hızını düşürmeyecek,250 kilometre hızla seferlerine devam edecek.Zaman içerisinde kuşlar YHT'ye alışıp göç yollarını tamamen değiştirecektir."


yani diyor ki bizene kuşlardan gitsinler kendilerine başka bir yol bulsunlar gibi gibi aslında benim istediğim bu trenin kalkması değil.Neden zamanında yanlış güzergah seçildi? ya da şuan hızını biraz daha düşürmüyorlar? İnsanlar 20 dk daha geç gitse ölmezler ya eskiden kara tren gecikirde belki hiç gelmezdi şimdi geliyor ama kırmızı kana bulanmış agresif ve hırçın bir delikanlı gibi...







Buda belgesel tadında karikatürüm


METEHAN PEHLİVAN





16 Ağustos 2014 Cumartesi

ATEİZM BAĞLAMINDA PROPAGANDA

Sizlere bugün çok kompleks bir olaydan bahsedeceğim.  Bu sebepten dolayı nereden başlasam bilemedim işin doğrusu. Birazdan anlatacaklarım kimine göre deli görüşü. Sen de biraz deliysen şiddetle okumalısın derim…
   Propaganda nedir?  Propaganda insanların düşünce ve davranışlarını etkileyen mesajlar bütünüdür. Propaganda yapan insanlar genelde bu işlemi bilinçli olarak yaparlar. Peki, ya bilinçsizce birilerinin propagandasına kukla olduysanız? İşte olayın rengi tam olarak burada değişiyor. Propaganda kuklası olarak kullanılan insanlara ve propaganda konularına parantez açmaya kalksak sanırım blog değil kitap yazıyor olurdum. Ama gelin Türkiye’de yaşayan ateistlerin bu vatanı nasıl bir propagandaya maruz bıraktığı konusuna sizlerle bir parantez açalım…
   Öncelikle tüm samimiyetimle şunu söylemeliyim ki bütün inançlara ve görüşlere saygım sonsuzdur. Şimdi konuya dönecek olursak, Ateizimi destekleyen bilim adamları, profesörler, okur yazar elit kitle, mensubu oldukları bu inanış biçimini kendilerince en kötü ihtimalle üç aşağı beş yukarı açıklayabilir, en iyi ihtimalle var oluşun en büyük teorilerinden biri olan big bang teorisinden tutun felsefe,biyoloji, sosyoloji gibi bilim dallarını öne sürerek yine kendilerince makul açıklamalarda bulunabilirler. Toplumun elit kesiminin sergilediği bu tutum;  evrenin, hücrenin ve atomun varlığından dahi haberi olmayan  ilk okuldan bile mezun olamamış ve kendini marjinal göstermeye çalışan cahil bir zümreyi farkında olmadan peşinden sürüklemiştir ve bu zümreyi yine farkında olmadan propagandaya maruz bırakmıştır.
  Gelelim bu konuya takma sebebime. Burada göz ardı edilen çok önemli bir mevzu bahis söz konusu. Türkler Müslümanlığın dünyadaki en büyük koruyucusudur. Bugün Ortadoğu’daki birçok ülke hala Müslüman ise bunu Osmanlı devletine borçludur. Osmanlı devleti, şuanda olduğu gibi o zaman ki jeopolitik konumuyla da Asya ve Avrupa arasında çok uzun yıllar köprü görevi görmüştür sizinde bildiğiniz gibi. Şimdi diyeceksiniz ki ne alaka. Şöyle ki; Türkler haçlı seferlerini defalarca durdurmuştur. Hıristiyanlığın Ortadoğu topraklarında egemen olmasına asla izin vermemiştir. 1789 Fransız ihtilali sonrası modern toplumlar inşa edilmiş olsa dahi değişmeyen bazı gerçekler hala sürekliliğini korumaktadır. Bunlardan en önemlisi Müslümanlık-Hıristiyanlık çatışmaları hiçbir zaman son bulmamıştır ve hiçbir zamanda son bulmayacaktır. Çünkü iki kitapta dini yaymayı emreder.  İşte büyük imparatorluklardan ta bu zamanlara kadar devam eden bin yıllık kavganın sebebide bilindiği üzere budur. Bu kavga asla bitmeyecektir.  Ancak son zamanlarda sıcak savaş döneminin sona ermesi, medeni yaşam biçimlerinin ve seküler toplumların inşa edilmesi bu durumu biraz göz ardı etmemize sebep oldu. Bu kavgayı unutmamız ve dolayısıyla toplumun elit kesiminin farkında olmadan marjinallik adı altında cahil tabakaya dayattığı propagandanın ne kadar tehlikeli  olduğunun farkında mısınız? Yoksa bunlar bir deli görüşü mü? Orası size kalmış. Yinede bu bağlamda asıl tehlikeli olan propaganda değil, Türklerin Müslümanlık çatısı altında dış dünyaya karşı eskisi gibi birlik olamamasıdır.Yani  ister ateşe tap, ister puta, ister Ateist ol, istersen de Deist ol ama Türklüğünden ödün veremezsin arkadaş. Kabul etsen de etmesen de her Türk vatandaşı en afili profesöründen cahiline kadar neye inanırsa inansın dış dünyaya karşı Müslümanım demek durumundadır. Bin yıldır süre gelen bu mücadelede hiçbir zaman benliğinden ödün vermeyen Fatih’in Sultan Süleyman’ın Yavuz’un, kısacası atalarımızın bize bıraktığı bu mirası korumak ve dünyaya karşı bu noktada Müslümanım demek hepimizin boynunun borcudur. Ülke elden gidiyor demeçleri çoğunuza masal gibi geliyor  ama hiçte öyle değil. Bu ülke üzerinde çok kirli oyunlar oynanıyor. İnsanlar haberi olmadan kimi zaman propagandaya maruz bırakılıyor, kimi zamanda piyon olarak kullanılıyor. Her an  tetikte olmamız lazım, uyanık olmamız lazım ve kendi tarihimizi çok iyi bilmemiz lazım.Çünkü tarihini bilmeyen ve vatanı için fedakarlıklar yapamayan  bir toplum asimile olmaya mahkumdur!


ÇAĞATAY BELLİGÜÇÜK

15 Ağustos 2014 Cuma

NEREYE GİDİYOR BU MEMLEKET ?



İşte.. Bu cümleyi işittiğiniz anda korkun. Çünkü bu cümleyi kullanan 45-60 yaş dayılardır. Bu dayılardan bahsedecek olursam( gördüğüm kadarıyla) dişleri çürümüş, çay içmekten böbrekleri iflas etmiş, ağızlarında sigarayla sonsuza kadar okey oynama yeteneğine sahip yarı cahil adamlardır. Günlerinin 15 saatini kahvede geçirirler ve hiçbir amaçları yoktur. Hoşkin, yanık, konken ya da pişti oynarken memleket meseleleri konuşurlar ve devlet kurtarırlar. Yarı cahil dedim çünkü cahil adam az konuşur bir şeyler söyler ve meseleyi kapatır. Bilen adamda az konuşur, bildiklerini kendine saklar..
Fakat yarı cahil dayılar çok konuşurlar. Bu dayılar kendilerince hukuk bilirler. Memlekette olan herşeyi yarı cahilce bir dil kullanarak hukuğa dökerler ve avukat olamayan oğullarınında verdiği acı onları 120 saat konuşturur. Bu konuşma esnasında içtikleri bir paket Viceroy onlar için sadece başlangıçtır. İskambil ya da okey masasında bir emekli maaşı kadar Viceroy olsa içebilirler ve memleket kurtarırlar. Burun delikleri koku alma işlemini artık gerçekleştirmedikleri için ağızlarında sigara bitene kadar dumanlanabilirler. Onlardan kurtulmak için şu cümleyi kullanmanız yeterli olacaktır; '' Dayı keşke başbakan olsaydın bu ülkenin sana ihtiyacı var.''
İşte bu cümleyi kurdugunuz dakika sigrayla sevişen bu dayılar, kendilerini hukuk, tarih, felsefe, sosyoloji vs. alanlarda size kendilerini ispatladıklarını sanacaklar ve okey masasına tekrar döneceklerdir. Aksi takdirde hiçbir kurtuluşu yoktur ve sizi saatlerce rehin alabilirler.
Ayrıca bildiğiniz üzere Viceroy bir sagara markası. Şöyleniş şekli ''Vaysroy'' şeklindedir fakat bu dayılar bu sigara markasına ''VİÇEROY'' derler. ''C'' harfini yarı cahillikleri ile olmayan ingilizceleri ile ''Ç'' harfine dönüştürüp viçeroy derler.


İşin şöyle ilginç bir yanı var ki bu dayılar ellerini taşın altına koymazlar. Konuştukları kadar icraate dökebilselerdi şuan memleketin hiçbir meselesi kalmazdı. Hoşkin masası onlar için çok değerlidir hatta çatışma çıksa yerlerinden kalkmazlar. Abarttığımı düşünüyorsanız bakınız;


Görüldüğü üzere dayılar oturma şifresi yazmış ve oyuna kitlenmiş durumdalar. Memleketimiz onlara emanet sonuçta oradan kalkmalarını istemek hata olurdu değil mi ? Bu dayılar mikrofon gördüklerinde sınava çok çalışan ancak bildiklerini sınav esnasında unutan öğrenciler gibi kitlenirler. Sizin kafanızı sikerken çok akıcı konuşan dayılarımız nefretletini mikrofona kusamadıkları için bir daha sizi yakaladıklarında ölümcül şekilde konuşabilirler bu döngüden kurtulmak içinse onlara ''serso'' gibi davranın. Serso, serserinin kısaltılmış halidir. Uygulandığı takdirde kafa siken dayıları püskürtmek çok kolaydır. Serso görünebilmek için yandan fotoğraf çekilen ve bu esnada sıçar pozisyonda oturan, fön çekilmiş saçları faullerden yanaklara kadar sarkmış apaçilerin duruş pozisyonunu almalısınız. Örnek vermek gerekirse..


Tipiniz bu üç kuruşluk ibnenin evladı gibi olmasa da duruşunuzu, bakışınızı ve oturuş pozisyonunuzu doğru belirlediğinizde dayılar için yeterince ''serso'' kıvamına geldiniz demektir. Onlardan kurtulmak için bu yöntem en akılcı yöntemdir.
Tekrar görüşmek üzere...



ÇAĞATAY BELLİGÜÇÜK