11 Eylül 2014 Perşembe

Televizyon

Bebelere televizyona hayır demek için burdayım bugün, televizyon günümüzün akıl hapishanesi durumundadır aslına bakarsak yalan yanlış verilen bilgilerde dahil olmak üzere gerçekten büyük zaman kaybına sebep olabilecek alettir televizyon.Tabi ki de izleyin ama faydalı şeyler izleyin ya da ne bilim her diziyi izlemeyin de en çok beğendiğiniz bir diziyi izleyin izdivaç izlemeyinde arka sokakları da izlemeyin anlatmak istediğim sizin ihtiyacınız olanı veren kanalları izleyin mesela bir kanalda kaplanlar belgeseli var tamam mı başka bir kanalda dizi var kaplanları biliyosanız dizinizi izleyin dizide birşeyler katar tabi mutlaka insana asıl sorun biçoğu gereksiz olan sabah programlarıdır bu programlara 40 yaş üstü zekasında bir miktar pörsüme olmuş kendini birşey zanneden ama aslında boş insanlar çıkartılır, ve bu insanların zaman içinde oluşmuş zihinsel sakatlıklarıyla alttan alttan dalga geçilir bu şekilde insanlar televizyona bağlanır.İnce nokta izleyiciyi orda oluşan bir kavgayla ya da ilginç bir insanla televizyon karşısında tutarak rating yapmaktır.
Bazı söylentilere göre ise en ufak sıvı temasının televizyonun gümlemesine yol açacağı söylenir, hatta ayhan ışık aşığı bir kadının ayhan abinin televizyondaki görüntüsünü görünce dayanamayıp televizyonu öptüğü, bu yüzden televizyonun ve haliyle kadının yüzünün patladığı anlatılır

Bizim neslimiz televizyonla büyüdü ama gelecek nesil için bu hatayı yapmayalım önemli olan budur bence biz izledikte noldu yani diyebilmektir en önemlisi ve aslında gerçektende en mantıklısı hiç izlememektir onun karşısında kaybolan zamanı düşününce bu çok mantıklı geliyor ve bizim için zamandan daha da önemlisi kaybolan yaratıcılık kaybolan yetenekler kaybolan hayatlar diyebilecek kadar büyük manevi zarara uğratır aklımızı alır haberimiz olmaz buna örnek olarakta 2006 da okul öncesi  bebelere yapılmış bir çizim testini göstercem bkz.


Metehan PEHLİVAN

3 Eylül 2014 Çarşamba

ŞANLI BAYRAĞIM

Sizlere bugün şanlı bayrağımcılardan bahsetmek istiyorum. Şanlı bayrakcıların genelde dayıları bordo berelidir. Anneleri 5 çayına komşularını çağıran ve ev oturmalarında sadece poğaça ikram eden tiplerdendir. Şanlı bayrakcıların oğulları genelde kumral, saçlarının arkası güvercin yuvası gibi olan, yandan fotoğraf çekilmeyi seven, sevgilileriyle 24 saat aralıksız mesajlaşan ve erken yaşta nişanlanan tiplerdir. Bunların dayıları aslında bordo bereli değil, başçavuş olup yeğenlerine bordo bereli hikayeleri anlatan enteresan canlılardır.Bu kafatascı ve milliyetciliği topluma yanlış lanse eden barzo arkadaşlar bordo berelilerin 5 tanesinin 100 tane ülke yıkabileceğine inanırlar ve annelerinin komşularının çocuklarıyla bordo bereli ve komando efsaneleri konuşup birbirlerinden güç alırlar. Başlarda sosyal paylaşım sitelerine fotoğraf yüklemez photoshoplu ''şanlı bayrak'' resimleri koyar ve türkelerin sadece şanlı işleriyle övünürler.(Bunların ataları yüzünden 600 yıllık Osmanlı Devleti yıkılmıştır bkz: Beşik Uleması). Bu üç kuruşluk barzolar, kız mevzuları olunca şanlı bayrakcıları toplar ve mevzuya giderler genelde. Hayata dair hiçbir hedefleri yoktur sadece ''şanlılardır'' ve bir o kadar abazan, aynı zamanda türklüğü eleştiren hiçbir yaklaşıma, eleştiriye açık değillerdir. Zamanla sosyal paylaşım sitelerini ve bilgisayar kullanmayı öğrenen ŞANLI BAYRAKCILAR photoshoplu türk bayraklarını kaldırıp yerine park köşelerinde yiyiştikleri sevgililerinin resimlerini koyup kendilerini ispatlamaya çalışırlar. Sizde son derece cahil olan bu şanlı bayrakcılardan gördüğünüz zaman şunları yapabilirsiniz:

 1- Budist oldugunuzu söyleyin budizm onlara çok uzaktır. Hiçte ''şanlı'' değildir.
 2- Ölü takldi yapın, yerde 5 saniye nefesinizi tutun şanlı bayrakcılar, bordo bereli dayılarını çağırıp sizi mucizevi bir şekilde hayata döndürmeye çalışacaklardır. Onların dayıları çok yeteneklidir.
 3- Sedat Pekerin akrabanız oldugunu söyleyin. Çünkü Sedat Peker şanlı bayrakcılar ve saçlarını yana tarayan kumral ibnelerin illa bir yerlerden akrabasıdır ve bu durum ters tepki yaratacaktır.
 4- Onlara Jamaika bayrağı açın. Jamaika bayrağı Bob Marleyci oldugunuzu sanmalarına sebep olabilir. Onlara göre marjinal oldugunuzun göstergesi akıllarında şöyle bir şey yaratacaktır.

 a) Bunlar ne ayak lan şanlı ülkemiz nerelere gidiyor?
 b) Bunlar sado mazo gençlik uzak duralım. Sizde şanlı bayrakcılardan kurtulabilirsiniz. Hala ümidimiz varken...

*Söz konusu olan karakterlerin kişi ve ya kurumlarla herhangi bir ilgisi yoktur.
 *Vatanımız bordo berelilere emanet ayrıca saygım sonsuzdur.
 *Burada yazılanlar, Türk Silahlı Kuveetlerinin ve milliyetciliğin kafatascı insanlar tarafından topluma yanlış lanse edildiğini anlatan bir eleştiri yazısının ürünüdür.

ÇAĞATAY BELLİGÜÇÜK

2 Eylül 2014 Salı

UZUN MACERAMIZIN İLK GÜNÜ

Uzun bir aradan sonra güneşin doğuşunu sabırsızlıkla bekliyorduk.Gidiş yolu olmak üzere ortalama 1500 km yol yapacaktık.Bu yolu otostop ile kat edeceğimizden belirli bir güzergahımız bulunmuyordu.Sabah beş buçuk gibi uyandım.Bir kaç eşyamı topladıktan sonra kapıdan dışarı çıktım ve her zamanki yol arkadaşım Nazif çoktan gelmiş beni bekliyordu.Tam çantalarımızı sırtımıza takarken annem balkondan seslendi,dikkatli olun!İster istemez içten bir hüzünle görüşmek üzere anne dedim.Sırtımızı dönüp yola koyulduk.Yirmi dakika yürüdükten sonra otobanın geçtiği yere ulaşmıştık.Ufak bir eğimli tırmanış sonrasında bariyerlerin üzerinden atlayarak batıya giden tarafa geçtik.Uzun süredir paslanmış olan parmaklarımız iş başına koyulmuştu.Üç saat gibi çok uzun süre geçen arabalara el kaldırdık ,güneş yavaş yavaş yükseliyordu ve sıcaklığı zaman geçtikçe durmayan arabaların siniriyle daha da artıyordu.Hedefimiz bu sefer büyüktü,Adana dan>Gürcistan'a otostopla gidecektik.Üç saat gibi bir sürenin geçmesi şevkimizi iyice kırmıştı.Bu şekilde ilerlememiz zor görünüyordu,neyse ki şeytanın bacağını kırmıştık.Dura araba ilk otoban çıkışına kadar bırakırım dedi ve yalnızca bir kilometre ilerleyecektik düşünmeden atladık.Çokta uzun bir yolculuk olmamıştı ama azda olsa ilerlemiştik.Tekrardan bir otostop çektik.500 metre ilerde bir araba durmuştu umarım bize durmuştur diye düşündük, araba anarya(geri geri)gelmeye başladı ve o an bize durduğunu anlamıştık.Yavaş yavaş yanaştı orta model bir taksiydi,3 kişi vardı içinde.Gençler ne tarafa doğru gidiyorsunuz dediler,genel olarak Gürcistan ama şimdilik siz nereye gidiyorsanız bizde oraya gidiyoruz dedik.Şaşkınlıkla baka kaldılar gelin atlayın hadi dediler.Arka bagaj dolu olduğundan çantalarımız kucağımızda kalacaktı ,ortalama 15 kilo ağırlıkları vardı, arabaya yerleştikten sonra sohbete koyulduk.Üçü de imammış.Beden eğitimi öğretmenliğinden imamlığa geçmişler.Bilemiyorum daha cazip gelmiş olabilir.Beden eğitimi öğretmenliğinden kalmış olsa gerek spor yapmayı seviyorlarmış.Niğde /Ulukışla tarafında bir dağa tırmanmaya gidiyorlarmış.Sohbetin koyu ilerleyişinden dolayı Pozantı yol ayrımını kaçırmıştık uzun bir süre sonra yol ayrımını kaçırdığımızı fark etmiştik ,mersine 10 kilometremiz kalmıştı.Yol uzamıştı ve çanta dizlerimin üzerinde kendini un çuvalından farksız hissettirmeye başlamıştı,ayaklarım uyuşmuştu,bedenimden bağımsız kalmayı başarmışlardı.Otostop yolculuğu çoğu zaman iyi şartlarda ilerlemiyordu yani konforu yoktu.Konforlu bir yolculuk isterseniz bizim gibi otostopla gitmenizi tavsiye edemem .Ulukışla ya kadar birlikte gittik,bulunmaz bir petrolde durduk birkaç poz fotoğraf çekilip vedalaştıktan sonra tekrardan yola koyulduk.Bir kaç yüz metre yürüdükten sonra yol geçen kervan geçmeyen Niğde yol ayrımına kadar ilerledik,eski yol bir olduğundan pekte işlek değildi.Yol ayrımında köşede meyve ağaçlarının altına kurulup erzaklarımızı çıkarttık.Çilingir sofrası misaliydi.Arkadaş anlayamadık ki tüm arabalar sanki bizim yemek yememizi bekliyorlardı,yemek yerken bir hayli araba geçmişti,ve toparlanıp yola koyulduk.Bu seferde araba geçmez oldu ,şaka gibiydi resmen .Neyse ki çok fazla beklemeden akaryakıt taşıyan bir tır durdu.Nereye dogru gidiyorsun abi demeden hemen bindik çünkü bu yolda bu şans nadir denk gelirdi.Sizi almazdım ama Adana da otostop çekerken gördüm,tekrardan karşıma çıktınız ikinci bir şansınız olduğunu düşündüm ve aldım dedi.Abi de Adanalıydı hemşehrimiz di,daha doğrusu Nazif'in hemşehrisiydi,neredeyse aynı köyden çıkacaklardı. Sivas'a kadar gidiyorum dedi,bizimde ilk durağımız Sivas olsun o zaman dedik.Zorlu bir başlangıç ile güzel bir sonuç elde etmiştik .Tırcı abilerimizin ya da dayılarımızın açtıkları konulardan çoğunluğu hatun muhabbetleridir.Samimiyet oluştukça açılan bir konudur.Dolayısıyla uzun muhabbetler uzun yolculukta yorgun düşmüş bünyeye hatırlatacağı tek şey uykudur.Nazif tırın yatak kısmında oturuyor,bende şoför koltuğunun yanında oturuyordum.Yemek molasından sonra yer değişikliği yaptık çünkü fena bir uyku çöktürmüştü. Yatak konusuna gelecek olursak,uzun yollar gittiklerinden dolayı yatak olmazsa olmazıdır tırların ,hatta çift katlı ranza gibi olan katlanan yatakları da vardır.Arka tarafta bir müddet kestirdikten sonra tekrardan eski yerimi aldım,uyuma sırasını Nazif'e devretmiştim.Her ihtimale karşı ne kadar güven duysak da tedbiri elden bırakmamak gerekiyordu.Klima açıktı ve ne kadar uyusam da hala uykum geliyordu.Sohbet muhabbet derken Sivas tabelasını saat akşam sekiz gibi görmüştük.İstenilen hedefe yaklaşmamız günü bizim için mutlu kılıyordu hemde fazlasıyla.Akaryakıtı getirdiği petroldeki çalışan adamlarla konuştu,gençler benim misafirim,otostop çekerek geziyorlar,petrolün yanına çadır kursalar olur mu dedi ve adam onayladı işte bu durum bizim için daha iyi olmuştu.Sonuçta güvenilir bir yerdi,petrolden yiyecek içecek ve tuvalet ihtiyaçlarımızı karşılaya bilecektik.Şehir merkezini gezmeyi planlıyorduk ama çantalar ile gezmek zor olacağından petrolde çalışan abiye ricada bulunduk ve çantalarımızı petrolün deposuna koydu.Cüzdanımızı telefonumuzu ve fotoğraf makinamızı yanımıza aldık her ihtimale karşı,zaten merkezi gezerken ihtiyacımız olacaktı.Sivas merkeze doğru bir otostop daha çektik.Merkeze kadar gitmiştik,meşhur köfte ekmeğinden yiyerek açlığa son dedik.Madımak otelini,çifte minaresini,tarihi tren garını gezip gördük.Merkezde aşıklar,deyişler çalıp söylüyorlardı,kulağımızın pasını da bu sayede silmiştik.Kısa bir turdan sonra petrole gittik eşyalarımızı alıp bize tavsiye edilen yerde çadırımızı kurduk.Güne son ! Baran Akgün 16 Agustos Cumartesi 2014 22:33

1 Eylül 2014 Pazartesi

Zorba Facebook

Sosyal ağlardan dünyada en çok kullanılan facebook bunu hepimiz biliyoruz. Ama facebookun bizi kendi kurallarına zorlandığının farkına varan kaç kişiyiz ? Evet, uzun zamandır facebook kullanıyoruz avrupada birinciyiz dünyada ilklerdeyiz. Fakat facebooku kullanıcıları değilde direk sahiplerinin yön vermesi biraz bencilce. Ki bizim bilgilerimizin Amerikan hükümeti tarafından istenildiği zamanda facebookdan alınabildiğinide yakın zamanda öğrendik. Buna rağmen halen kullanıcıların isteklerinin dikkate alınmadığından eminim. Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde facebookdaki yıllardır değişen tasarımı etken oldu. En basiti zaman tüneli.Zaman tüneli kullanıcıların ilk kayıt oldukları yıldan şimdiki tarihe uzanan profil geçmişini öne çıkartan bir tasarım. Başta isteyen kullanıcılar seçti daha sonrada her kullanıcı için zorunlu tutuldu. O günleri hatırlıyorum zaman tüneline geçip internette konu açılmayan forum kalmamıştı, "Facebook zaman tünelinden geri eskiye nasıl dönülür." tarzında dolu konu vardı. Şimdi herkes zaman tünelini kullanıyor. Resmen ona zorlandık bunu hiç düşünmüşmüydünüz.Ben kendimce yeni yeni düşünüyorum. Tamam değişim güzel bir şey, devamlılık için önemli. Ama hiç mi şikayet olmadı, hiç mi piyasa araştırılması yapılmadı ? O kadar çok kullanıcısı olan Türkiye vatandaşları neden dikkate alınmadı ? Belki çok derin düşünmüş olabilirim ama biraz art niyette aranmalı. Facebookun dediğim dedik çaldığım düdük tavrından biraz dışarı çıkıp, kullanıcılarınıda dikkate almalı.Umarım yazımla size bir şeyleri fark ettirmişimdir. Yorumlarınızı bekliyorum. Ali POLAT

29 Ağustos 2014 Cuma

OTOSTOP ÇEKMEYE ATILAN İLK ADIM

Otostop çekmeye atılan ilk adım ve atılan adımla kaldırılan bir parmak.Sene 2000'li yıllar,13 yaşındaydım.Uzunca bir sulama kanalı ve kanala paralel uzanan yolun kenarında iki katlı bir evde oturuyorduk.Kanalın sonlandığı yerde bir havuz bulunuyordu.Havuz yazın başlarında açılırdı.Adananın sıcaklığına dayanamayan bir çok insan yaylalara ya da denize kaçarlar.Bizim havuza kaçışımız gibidir aslında.Çok iyi yüzme bilmediğimizden kanala girip yüzmeye cesaret edemiyorduk.Kanalda yüzmeye gelince bir çok insana garip gelebilir.Adana da bir çok çocuğun yüzme öğrendiği yer mahalle aralarında yol kenarlarındaki kanallardır. Ya da yaşamının o genç yaşlarda sonlandığı kanallardır.Havuz kullanımı nadirdir aslında ya da bizim bulunduğumuz semt nedeniyle bu şekildeydi.Bu uzun yolu yürüyerek havuza gitmek Adana sıcağında çekilmez oluyordu.Yoldan geçen herhangi bir belediye otobüsü,dolmuş vesaire hiç bir toplu taşım aracı bulunmuyordu.Bizde mahalledeki abilerimizden gördüğümüzü uygulamaya başlamıştık.Tanımadığımız insanların araçlarına el kaldırıp serin ve hızlı bir şekilde bol sohbet eşliğinde havuza giderdik.Havuzun yakınlarında ormanlık bir alan ve yanında baraj gölü bulunuyordu.Yüzmeyi havuzda geliştirdikten sonra baraj daha cazip kılıyordu kendini,şehirden uzak bir yaşam,doğa bir miktar özgür hissettiriyordu.Ama bu sayede sadece yüzme gelişmedi.Otostop çekerken gösterdiğimiz sabır,bekleyiş,tanımadığımız ve hiç bir ortak noktamız olmayan insanlarla kurduğumuz sohbet sayesinde insan ilişkileri,öz güven ve daha bir çok şey gelişti.Daha sonraları baraja piknik yapmaya giderdik.Ellerimizde mangal,etler,içecekler, poşetler dolu dolu,arkadaşlarımızla gruplara ayrılarak otostop çekip piknik yapmaya giderdik.Kalabalık olduğumuzdan gruplara ayrılırdık.İlk giden grup bekleme noktası olarak belirlediğimiz yerde arkasındaki grubun gelmesini beklerdi.Bu şekilde pikniğe biraz daha heyecan katıyorduk.Lise sonda dershaneye gitmek için bindiğim otobüs 1 saatte gidiyordu.Dershaneye gidene kadar ders dinleme şevki kalmıyordu.Okuldan otobüsle eve gel,aynı gün içinde evden tekrardan otobüse binip dershaneye gitmek çok yorucu oluyordu,ya da ben sıkıya gelemiyordum.Dershaneye de otostopla gitme kararını almıştım.Deneyince pek de sıkıntı olmadığını gördüm ve bir yıl boyunca bu şekilde gidiş geliş yaptım.Dershaneden geç vakitlerde çıktığımız oluyordu bulunduğumuz bölgeye giden otobüsler kalmıyordu.Otostop çekmek ciddi ciddi iş görür olmuştu.Daha sonrasına gelecek olursak kazandığım üniversiteye de bu yol üzerinden gidiliyordu.Otobüs ile gitmeye kalksam bir saat on beş dakika gibi bir süre geçecekti ve gerçekten çekilir gibi değildi.Ruhum daralıyordu tıs tıs giden ve kalabalık bir arabada gürültüde,insanların Adana sıcağında ter kokusu çekerek klima açılmayan bu otobüslerde yolculuk yapmak büyük bir dertti.Bir yıl boyunca üniversiteye otostop çekerek gidip geldim.Bir saat on beş dakikalık yolu on beş dakikada gidiyordum.Daha fazla uyumuş oluyordum.Bir süreden sonra sınıftaki arkadaşlar beleşçi demeye başlamışlardı.Oysaki alakası yoktu,bunu daha sonra anladılar ve otostopçu demeye başlamışlardı.Into the wild filminden esinlenerek bir şevk ile şehirler arası otostop çekerek gezmeyi düşündüm.Araştırmalar yaptım.Çadır,uyku tulumu,mat,büyük bir sırt çantası alarak asıl adımı atmıştım aslında.Tüm planlarımızı ve hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yakın bir arkadaşımla Hatay/İskenderun'a gitme planı aldık ve gittik.Dehşet anlar yaşadık bazen uzun yollar yürüdük,çok fazla insan tanıdık farklı düşüncelerde ve karakterlerde,özgürlüğü hissettik,sıradan düşüncelerden, insanlardan uzaklaştık,tarihi gördük,şehir merkezinde umursanmayan müzelere girdik daha neler neler...Şu an ise Türkiyeyi otostop çekerek adım adım şehir şehir geziyorum.Hedefim tüm dünyayı gezerek uçları yaşamak.                                                                                                                                                                                                                         BARAN AKGÜN

20 Ağustos 2014 Çarşamba

ELİMİZDE DEĞİL

Elimizde olmayan nedir ? Elimizde olmayan, bizim erişemediğimiz herşeydir.Sadece bununla sınırlı değil tabikide. Genelde insanlar elinde olmayan şeylerin bedelini parasızlığa ve ya sağlıksal sorunlara bağlar. Gelin biz bu olayı biraz daha soyut hale getirelim…
   Doğru olanı yapmak ve uygulamak sizce her zaman için elimizde mi ? Bence değil. Okumaya devam et. Bazı büyük kurum ve kuruluşlar zaman zaman insanları bilinçli olarak yanlış olanı yapmaya zorluyor. Kim bu kurum ve kuruluşlar? Niçin böyle bir uğraşın içinde olsunlar?
   Sizlere yaşlı amcalar gibi bunların hepsi Amerika’nın oyunu demeyeceğim ama insanları yanlış yola sürüklemek isteyen bazı büyük güçlerin genel olarak iki temel hedefi vardır. Bunlardan birincisi siyasi ve diplomatik üstünlük, ikincisi ise ticari kazanç.
  Mc Donalds ve Burger King. İki dev firmanın işleyişini az çok hepiniz biliyorsunuzdur. Self servisle çalışır ayrıca şu ‘’self’’ kelimesine ayar olmamak elde değil. Türkçenin içine sıçmak için saçma sapan kelimeler türetiliyor bu günlerde ‘’selfie’’ gibi mesela. Self servisle çalışan bu iki para avcısı firmanın en büyük özelliği kuş kadar et ve minicik bir ekmekle insanların karnını şişirmek. Bakın şişirmek dedim çünkü mangalda 2 kilo et yiyen bir toplum olarak kuş kadar etle nasıl karnımızı şişiriyoruz, içinde hangi kimyasallar var gerisini siz düşünün. Bu iki firma ticari kazancın amına koymakla beraber, aynı zamanda Türk kültürünü dejenere etmeyi başarmış  büyük kurum ve kuruluşlar gibi Yahudi amcalarına hizmet etmektedirler. İşte bu da onlar için siyasi kazanç demek oluyor.  Film şirketleri bunların elinde bilindiği üzere. Cartoon Network Studios, Warner Bros, 20th Century Fox gibi dev film şirketlerinden bahsediyoruz. Eğer bilinçaltı mesajları ile kendini aptallaştırmak istiyorsan, hergün bir avuç çizgi film iyi gelir. Mümkünse Cartoon Network olsun. Aynı zamanda sigara, alkol ve uyuşturucunun topluma karizmatik şeylermiş gibi lanse edilmeside cabası. ( Araştırmalarıma devam ediyorum. Film şirketlerinin sigara, alkol ve uyuşutucuyu topluma güzel bir şeymiş gibi lanse etmesi, alkol ve tütün ürünlerinin CEO ları kimlerdir ? Bu konuyu daha sonra geniş olarak anlatacağım)
   Mc Donalds ve Burger King Yahudi amcalarına film şirketleri gibi bilinçaltı yoluyla hizmet vermese de amaç  aynı. Türk kültürünü yozlaştımak için ellerinden gelen her şeyi bugüne kadar çok iyi bir şekilde yaptı bu iki firma. Sizlere çoğu zaman akla gelmeyecek küçük birkaç detaydan bahsedeyim. Diyelim ki kebapcıya gittiniz ve lokantada karnınızı doyurdunuz, üstüne garson size güzel birde çay ikram etti  ve beş köyün ağası gibi hissettiniz kendinizi. Size 1 saate yakın hizmet verildi ve kalktıktan sonra hesabı ödeyip çıktınız. Bunu Burger King de yapamazsınız. Eşek gibi ayakta bekleyeceksiniz, paranızı önceden ödeyeceksiniz ve halk ekmek kuyruğunda bekler gibi hamburgeri bekleyeceksiniz. Self Servis ve Burger falan oo egolar tavan tabi tiki oldun değil mi. Bi bok olamadın ya neyse.Sanırım mesajı aldınız. Kültür dejenerasyonu diye işte ben buna derim. Yozlaştırılıyoruz, farkında olmadan değişime uğruyoruz.
   Daha çoğu telefonun ön kamerası yokken, apaçiler şuan ‘’selfie’’ dediğimiz olayı bulmuşlardı. Hemde yıllar önce buldular bunu. Ama dalga geçtik, kendisini ön kameradan çeken bu andavallarla dalga geçen, onların tipine gülen bir sürü insan şimdi selife adı altında bu boku özene bözene yapıyor. Alın size yozlaştırılmış, özenti bir toplum. Bu akıl tutulmasından acilen kurtulmak lazım fakat ELİMİZDE DEĞİL.

ÇAĞATAY BELLİGÜÇÜK

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Kara Tren Gecikirde YHT Gecikmez

        Son günlerde  gündemin bir konusu da Ankara-Eskişehir arası çalışan saatte 250 km hızla 1 saat 20 dakikada yolculuğunu tamamlayan yht oldu.Ama asıl konu bu kadar hızlı ulaşması değil canlı hayatlarını söndürmesi oldu tabi ki bu herkesin ilgilenmesi gereken bir konu çünkü ortada yüksek sayıda can kaybı var ve biz bu can kayıplarını her zaman olduğu gibi bu ülkede göz ardı ediyoruz en azından %50 kadarımız göz ardı ediyor diyelim.
 İlk önce bu hızlı tren hattının göç yolu üzerinde olduğu söylendi eğer böyle bir iddia gerçek olsaydı bu tamamen cinayet olurdu çok bilinçsizce yapılmış bir şey olurdu çünkü bu işi yapmadan önce çevresel etki değerlendirme raporu yapılır tüm çevresel faktörlere bakılır canlı,cansız hayatı etkileyip etkilemediği incelenir eğer bunlar incelenmeden yapılıyorsa zaten tamamen doğal dengeyi bozmaya oynanmış bir oyundan farkı kalmaz bu işin ve yukarda da dediğim gibi cinayetten farksız bir olay olurdu,faili ise yht mi yoksa mühendisler mi yoksa insanlık mı olurdu bilemeyeceğim.
Sonra çıkan haberlere göre TCDD açıklamada bulunmuş ve şunları demiş;
2006 yılında hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme raporu(ÇED) 'da ''Önemli ve hassas kuş alanı yoktur''

 tespitini yapmışlar.
Benim anlamak istemediğim nokta acaba bu günde ölen 600 kuş önemsiz ve hassas olmayan kuşlar mı ? onu geçelim 2006 dan bu yana kuşların göç yolu değiştiyse bunun sebebi  tahminime göre küresel ısınmadır yani gene sonuç olarak biz insanlar suçluyuzdur bunu unutmamak lazım günde hayatını kaybeden 600 kuş demek doğal denge bozgunu demek doğaya karşı savaşıyoruz demek göçmen kuş popülasyonuyla oynuyoruz demek hadi bunlarıda geçelim daha bugün yayınlanan bir açıklamada ise şu sözler yer alıyor ;

"Bu artık azalmaya başladı.Çünkü kuşlar da YHT'ye alıştı ve göç yollarını değiştirmeye başladılar.Ancak zaman zaman göç eden kuş sürüleri YHT'ye çarpıyor.Kuş sürüsü yüzünden YHT hızını düşürmeyecek,250 kilometre hızla seferlerine devam edecek.Zaman içerisinde kuşlar YHT'ye alışıp göç yollarını tamamen değiştirecektir."


yani diyor ki bizene kuşlardan gitsinler kendilerine başka bir yol bulsunlar gibi gibi aslında benim istediğim bu trenin kalkması değil.Neden zamanında yanlış güzergah seçildi? ya da şuan hızını biraz daha düşürmüyorlar? İnsanlar 20 dk daha geç gitse ölmezler ya eskiden kara tren gecikirde belki hiç gelmezdi şimdi geliyor ama kırmızı kana bulanmış agresif ve hırçın bir delikanlı gibi...







Buda belgesel tadında karikatürüm


METEHAN PEHLİVAN